31 Mayıs 2007 Perşembe

Romantizm Çeşitleri


Andolsun, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür. Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırsak, kuşkusuz; "Kötülükler benden gidiverdi" der. Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir. Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır. (Hud Suresi, 9-11)

Aklın kapanmasına sebep olan duygusallık insanı şeytanın bütün telkinlerine açık hale getirir. Şeytan duygusallık silahıyla dinden uzak yaşayan insanları ve toplumları dilediği gibi yönlendirip her türlü sapkınlığa sürükleyebilir. Bunun bazı örneklerini kitabın ilk bölümlerinde inceledik, romantik milliyetçilik, komünizm gibi ideolojilerin insanları ve toplumları duygusallığı kullanarak nasıl helaka sürüklediğini gördük.

Günlük hayatımızda ise duygusallık çeşitli biçimlerde kendini dışa vurur. İlerleyen sayfalarda, duygusallığın belli başlı türlerini başlıklar altında inceleyeceğiz:

ÜZÜNTÜ VE KARAMSARLIK

İnsan güzelliklerden zevk alacak, neşe, huzur içinde yaşama isteği duyacak yapıda yaratılmıştır. Bu bakımdan bir kimsenin karşısına çıkan olumsuzlukları en kısa zamanda ortadan kaldırmak ya da bunları güzelliklere, neşe vesilesine çevirmek istemesi en doğal çabası olacaktır. Kuşkusuz huzur, güven duymak, neşeli, mutlu, rahat olmak, bedenen ve ruhen sağlıklı olmak için son derece önemli unsurlardır.

Ancak insanlar Kuran'a göre değil de kendi ölçülerine, kendi istek ve tutkularına, duygularına göre hareket ettiklerinde içlerinde üzüntü, sıkıntı, korku hali hakim olur. Örneğin Kuran'da tarif edilen tevekkül, kader, teslimiyet anlayışına sahip olmayan bir kimse, bir sonraki günün kendisine ve yakınlarına ne getireceğini bilmemenin huzursuzluğu içinde sürekli mücadele halindedir.

Halbuki insan Allah'ın kulları için seçip beğendiği dinini yaşadığı, Kuran ahlakına sahip olduğu takdirde bu sıkıntıların hiçbirine girmeyecek, bu sorunların hiçbirini yaşamayacaktır. Allah elçileri aracılığıyla duyurduğu bu gerçeği ayetlerde şöyle haber verir:

...kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz. Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır... (Taha Suresi, 123-124)

Çoğu insan ise ayette belirtildiği gibi Allah'ın zikrinden yüz çevirdiği için mutsuz olur, sıkıntılı bir yaşam sürer. Ayrıca hayatını tesadüflerin yönlendirdiği gibi batıl bir inançla yaşadığından kendisi için gelecekte güzel sonuçlar doğurabilecek şeyleri de bir şanssızlık, aksilik olarak görür, bunların da üzüntüsünü çeker. İşten çıkarılmak, parasız kalmak, dolandırılmak, hastalanmak ya da onore edilmeyi beklerken alayla, sadakat beklerken nankörlükle karşılık görmek gibi korkuları ise sürekli zihnini meşgul eder. Her an üzücü bir haber almanın, hoşuna gitmeyecek bir tavır ya da sözle karşılaşmanın ihtimaliyle kötümser bir ruh hali içine girer. En rahat, mutlu anında bile yaşadığı bu anı sürekli kılamamanın endişesini yaşayarak, adeta kabus dolu bir hayat yaşar. Bir ayette Allah Kuran'dan uzaklaşarak sıkıntılı bir ruh hali içine giren insanların durumunu şöyle açıklar:

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En'am Suresi, 125)

Dinden uzak insanlar, sevgi, şefkat, merhamet, fedakarlık, kardeşlik, alçakgönüllülük gibi Kuran'daki güzel ahlak özelliklerine sahip olmayan kişilerle beraber oldukları için de doğal olarak güvensizlik ve huzursuzluk içinde olurlar. Kimsenin kimse için karşılıksız yardımda bulunmadığı, çıkar ilişkilerine dayalı dostlukların yaşandığı, insani hataların bile öfkeyle karşılandığı, herkesin birbirinin hakkını yediği, arkasından dedikodu yaptığı, samimi fikirlerini söylemediği suni, can yakan bir sistemin içinde yaşamak, duygusallık içindeki bir kimse için mutsuzluk sebebidir.

Ancak bu kişiler kendilerine göre güzel bir ortamda olsalar da değişen pek bir şey olmaz. Çevrelerinde gelişen sayısız olumlu konu olsa da duygusal kişiler bu konulara hep olumsuz yönünden yaklaşırlar. Havanın sıcak olması veya soğuk olması, yağmurlu olması ya da rüzgarlı olması, kısacası her detaya olumsuz baktıklarından kendileri için bir sıkıntıya dönüşür. Örneklerini sayfalarca çoğaltabileceğimiz bu memnuniyetsizlik hallerinin gün boyunca devam etmesi, Allah'ın "Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar." (Tevbe Suresi, 82) ayetinin bir tecellisidir. Bir başka ayette Allah inkarcıların bu tepkilerini şöyle bildirir:

Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. (Mearic Suresi, 20)

İman etmeyenlerin mutsuzluklarının temelindeki bir diğer sebep ise planlarının bekledikleri gibi gitmemesidir. Örneğin duygusal bir kişi eşini memnun etmek için bir yemek yapar, beklediği ilgiyi bulamayınca üzülür; para biriktirip arkadaşına bir hediye alır, yeterince sevindiremediğini düşünerek yine üzülür; bir ev satın alır, boyacı badanasını iyi yapmamış diye yine mutsuz olur; mutsuzluğunun sebeplerinin sonu gelmez. Tuttuğu futbol takımının yenilmesi, sınavdan beklediğinden birkaç puan eksik alması, işine geç kalması, trafiğin tıkanması, gözlüğünün kırılması, saatini kaybetmesi, davette en sevdiği kıyafetinin lekelenmesi herşey mutsuzluğuna sebep olur.

Olayları yüzeysel bir gözle değerlendiren, duygusal bir yaklaşımla tepki veren bir kimse kendisiyle ilgili ya da etrafında gelişen olayların bir sonraki aşamada kendisi için ne gibi hayırları olabileceğini aklına getirmez. Halbuki otobüsü kaçırdığı için hemen üzüntüye kapılan bir kişi otobüsün bir an sonra kaza yapmayacağını nereden bilmektedir? Belki de Allah kendisine isabet edecek böyle bir kazaya engel olarak kaderinde otobüsü kaçırmasını vesile kılmaktadır. Ya da her gün önünden geçtiği ve çok iyi bildiği bir sapağı kaçırarak yanlış bir yola sapan bir kişi, olayları kendi yüzeysel bakış açısıyla değerlendirdiğinde kendine kızacak, yolunu uzattığı için hemen neşesi kaçacaktır. Halbuki onu yola saptırmayan Allah'tır, her olay gibi bu da kaderdir.


Duygusal insan gün içindeki her detayı olumsuz değerlendirip, olanlardan dolayı üzülür, kızar, pişman olur veya bunları aksilik olarak yorumlar.

Örneğin çok istediği bir işe alınmaması, gafil bir kimse için büyük bir şanssızlık ve bir üzüntü sebebidir. Bu yaklaşımdaki bir kimse işe girmesinin kendisi için çok iyi olacağına kesin gözüyle bakmaktadır. Aksini ise çok büyük bir kayıp gibi görmektedir. Halbuki imanlı bir kimse Allah'ı dostu, velisi olarak bildiğinden Allah'ın kendisi için takdir ettiği sonucu teslimiyetle, neşeyle, şevkle karşılayacaktır. Belki bu çalışma ortamı sağlığını olumsuz yönde etkileyecek bir ortamdır, belki daha iyi bir fırsatı elde etmesi için bu işe girmemesi gerekmektedir.

Ya da sabah arabasına bindiğinde, arabasının çalışmadığını gören bir kimse gafil davrandığında bunu bir aksilik gibi düşünebilir. Ancak gerçekte araba Allah dilediği için çalışmamaktadır ve Allah arabanın çalışmamasında hayır görmektedir. Ayrıca kişi bu olaydaki hikmeti de göremeyebilir, ancak hikmetini bilse de bilmese de Allah'tan razı olması gerekir.

İnsanlar istemedikleri şekilde gelişen olaylara aksilik derler. İnsan "aksilik" zanneder halbuki en doğrusu kaderde o olayın o şekilde olmasıdır. Gün içinde insanları üzen, rahatını kaçıran, kızdıran, sıkan, aksilik, terslik dediği olayların hikmet ve hayırlarını Allah gösterse kişi üzülmesinin ne kadar yanlış olduğunu anlayacak ve tam tersine sevinç ve neşe içinde olacaktır. Kader kişiye bütün olarak gösterilecek olsa ya da aksilik gibi görünen olayları kader içerisinde görecek olsa olanlar için hiç üzülmeyecektir.

Bu bakımdan yapılacak en akılcı tavır Allah'a teslim olarak yaşamaktır. Kaldı ki farkında olsa da olmasa da, kabul etse de etmese de herkes zaten Allah'a teslimdir. Ancak bunun bilincinde yaşamak önemlidir. Bu şuura sahip müminler huzur ve güven içinde, tatmin olmuş bir ruh haliyle Allah'ın kendileri için belirlediği kaderi, bir film seyretmenin rahatlığı içinde yaşarlar.

İnsanların çoğu doğum, ölüm, ecel, rızık gibi konuların dışındaki şeylerin kaderde olmadığını, aksilikten, tedbirsizlikten dolayı meydana geldiğini dolayısıyla da kaderle bağlantılı olmadığını düşünürler. Halbuki bu yanılgı onları kaderde tesbit edilmiş olaylara karşı isyana sürükler, onların hüzün duymalarına sebep olur. Ayrıca tüm olayları aleyhlerinde değerlendirmeleri de onlara kesintisiz bir azap yaşatır. Bunun sonucu olarak duygusal insanların neşeli halleri de çok kısa ve anlık olur. Bir şeye çok sevindikten kısa süre sonra akıllarına üzülecekleri bir şey getirip tekrar karamsar ruh haline geri dönerler.

Tüm bunlar dini yaşamamanın doğal ve kaçınılmaz sonuçlarıdır. İman olmadığında kişi hüzne ve umutsuzluğa mahkum olur. Nitekim dünyada, Allah'ın emir ve tavsiyelerini gözetmeksizin ömürlerini sorumsuzca tüketenler ahirette bu mutsuzluklarını kendileri ikrar etmektedirler:

Dediler ki: "Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz." (Mü'minun Suresi, 106)

Elbette ki Allah kişiyi bu dünyada birtakım sıkıntı ve zorluklarla deneyebilir. Ancak mümin Kuran'dan habersiz kimseler gibi, bu sıkıntılar karşısında hüzüne ve karamsarlığa kapılmaz, duygusallaşmaz. Çünkü bilir ki Allah, kendisinin bu sıkıntı karşısında nasıl davranacağını denemektedir. Ve bunun çözümü ne ağlamak, ne hüzünlenmek ne de hayıflanmaktır. Bunun çözümü, "sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren" (Neml Suresi, 62) Allah'tan yardım istemesi, yalnızca O'na güvenip dayanmasıdır ve Allah'ın duasına icabet edeceğinden emin olmasıdır. Allah mümin kullarına Kuran'da şöyle vaat etmiştir:

Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 62-64)

Ayrıca Allah sıkıntı, zorluk gibi görünen anları da özel olarak pek çok hikmetle yaratır. İman gözüyle bakan bir kimse Allah'ın yarattığı herşeydeki güzellikleri hikmetleri görerek şevklenecek, neşesi daha da artacaktır. Dolayısıyla kişinin Allah'a olan teslimiyeti ruhen dingin, mutmain bir ruh halinde olmasını dolayısıyla da huzur ve güven duygusu içinde yaşamasını sağlayacaktır.

Duygusallık ise, insanları bu tevekkül bilincinden tamamen uzaklaştırmakta, onları olaylar karşısında abartılı sevinçlere veya abartılı üzüntü ve kederlere sürüklemektedir. Allah, umutsuzluk ve şımarıklık arasında gidip-gelen bu gibi kişilerin durumunu ve müminlerin bunlardan farkını Kuran'da şöyle tarif etmektedir:

Andolsun, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür. Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırsak, kuşkusuz; "Kötülükler benden gidiverdi" der. Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir. Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır. (Hud Suresi, 9-11)

ÖFKE VE ASABİYET

Kolayca hiddetlenmek, öfkeye hakim olamamak, bağırıp çağırmak, kendisine ya da başkalarına zarar vermek kişinin, aklıyla değil de duygularıyla hareket ettiğinin göstergesidir.

Duygusallık kadınlarda daha çok hüzün, karamsarlık, ağlama, yakınma şeklinde görülürken, erkeklerde de çoğunlukla öfke, asabiyet, saldırganlık şeklinde kendini dışa vurur. Örneğin duygusal bir erkek, otoparkta kendisine ayrılmış yere bir başkasının park ettiğini görünce bağırıp çağırır, arabayı tekmeler. Ya da yolda yürürken bir kimsenin yanlışlıkla omuzuna çarpması kolaylıkla hidddetlenmesine yol açar. Veya evden çıkarken anahtarı evde unutan çocuğuna, hesabı geç getiren garsona, telefonda bekleten sekretere, trafikteki araçlara sinirlenip ağzına geleni söyleyebilir. Akleden bir insanın kolaylıkla çözümleyebileceği sorunlar, hatta aklına bile takmayacağı yüzlerce ayrıntı karşısında duygusal insan abartılı ve gereksiz tepkiler verir. Çoğu zaman da kendine zarar verir, küçük düşer.

Erkeklerde öfke ve asabiyet şeklinde yaşanan duygusallık, "delikanlılık kültürü" adı verilen ruh halini taşıyan belli bir toplumsal kesimi oluşturur. Bu kültürü taşıyan kesimde öfke, romantizm ve "arabesk" zihniyetin karışımı bir duygusallık çeşidi hakimdir. Bu çarpık ruhu taşıyan insan çoğunlukla dengesiz, her an her türlü saldırgan davranışı sergileyebilecek bir kişilik yapısına sahiptir. Bir anlık bir öfke sonucunda karşısındakini yaralayabilir, hastanelik edebilir ya da öldürebilir. Kimi zaman karşısındaki insan hiç tanımadığı bir kimse dahi olabilir. Gazetelerin üçüncü sayfaları, bu gibi insanların çıkardıkları olaylar ve işledikleri suçlarla doludur. Neşeli başlayan bir akşamın sonunda aniden sinirlenip arkadaşlarını, yakınlarını dövebilir, sokakta yürürken kendilerine "yan baktığı" için tanımadıkları bir insanı bıçaklayabilirler. Bir an için azgın nefsani duygularına tabi olmaları, hayatlarının geri kalan bölümünü hapislerde geçirmelerine yol açabilir. Daha da önemlisi, Allah Katında, haksız yere bir insanı öldürme gibi büyük bir günah işlemiş olurlar.

Asabi duygusallık, son derece vahim sonuçlar doğurabilen, her an patlamaya hazır potansiyel bir tehlikedir. Duygusal bir kimse, trafikte kendisine yapılan hatalı bir hareket ya da tanımadığı birinin rahatsız olduğu bir bakışı veya çok basit bir yanlış anlaşma yüzünden öfkelenip başına türlü dertler ve belalar alabilir.

Gazetelerin üçüncü sayfalarını açtığınızda, genellikle ani bir öfke ve duygusallıkla hareket eden insanların çıkardıkları olaylar ve işledikleri suçlarla karşılaşırsınız. Neşeli başlayan bir akşamın sonunda aniden sinirlenip arkadaşlarını, yakınlarını dövenler, sokakta yürürken kendilerine "yan baktığı" için tanımadıkları bir insanı bıçaklayanlar, borsada kaybettiği paralar yüzünden ailesini öldürenler, kendisi ile alay ettiği için birden öfkeye kapılıp arkadaşlarını öldürenler... Bu insanların bir an için azgın nefsani duygularına tabi olmaları, hayatlarının geri kalan bölümünü hapiste geçirmelerine, daha da önemlisi, insanları öldürme gibi büyük bir günah işlemelerine sebep olabilmektedir. İşte tüm bunlar, şeytanın insanları akılcılıktan uzaklaştırıp nefsin istek ve tutkuları ile hareket etmeye yönlendirmesi, ani duygu patlamalarına sürüklemesi ile gerçekleşmektedir.

Özellikle yurtdışında rastlanan bazı taraftarların sergiledikleri vahşet görüntüleri de taraftarlığın verdiği duygusallığın yol açabileceği akılsızlık boyutuna açık bir örnektir. Kasap satırları, bıçaklar, sopalar ile hiç tanımadıkları insanlara öldüresiye saldıran bu kişiler, şeytanın duygusallık silahıyla akıl ve şuurlarını körelttiği ve topluma musallat ettiği bir bela haline gelmişlerdir. Oysa Allah insanlara şeytandan sakınmayı, kavga ve öfke değil, barış ve güvenlik aramayı emretmiştir:

Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 208)

Burada yine duygusallıkla akılcılık arasındaki farkı ayırt etmek gerekir. Zulme ve kötülüğe duyulan öfke ve nefret insanı adalet, barış ve iyilik konusunda çok daha hassas ve duyarlı olmaya, zulmü ve kötülüğü ortadan kaldırmaya, zalimlere engel olmaya, masum ve acizlerin haklarını korumaya yöneltir. Allah'ın insanlara verdiği bu adalet duygusu akıl ve irade ile yönlendirilip kontrol edilmezse, herhangi bir spor klübünün taraftarlarına karşı alevlenebilecek, azgınca dışa vurulacak kadar amacından sapabilir. Akıl ve iradeden yoksun insanlar irade kullanıp duygularını dizginlemezler ve doğru yoldan ayrılarak şeytanın istediği yöne sürüklenirler. Allah, bir başka ayetinde insanları şeytana karşı şöyle uyarmıştır:

Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur Suresi, 21)

Şeytani Merhamet Duygusu

Şeytanın kışkırtmalarına uyan insanlar, Allah'ın bir güzellik olarak verdiği merhamet duygusunu da kimi zaman saptırarak tamamen yanlış yönlerde kullanabilirler. Allah'ın hükümleriyle çelişen bir merhamet anlayışı, şeytani bir merhamettir. Duygusal insanlar ölçü olarak Kuran'ı değil de duygusal dürtülerini esas aldıkları için şefkat ve merhamet duyguları da sapkın bir biçimde yönlenir.

Örneğin, bir kimse, insanların acılarından, küçük çocukların, masum sevimli hayvanların ölümlerinden büyük üzüntü duyar. Ancak burada şeytani merhamet devreye girer ve karşılaştığı olaylar onu Allah'a karşı isyana ve şirk koşmaya götürür. Halbuki bu tür bir telkinden aklını kullanıp kurtulan insan, gerçeği temiz ve berrak bir şekilde görecektir. Bir kere ölüm, mümin kimseler için bir zulüm, eziyet ve azap olmadığı gibi onlar için bir kurtuluş ve sonsuz güzel bir hayata atılan adımdır. Allah'ın kullarını kendi Katına aldığı bir kapıdır. Şeytan ve onun dostları açısından ise ölüm dünyadaki azgınlıklarının, nefislerinin sınırsız tutkularının sona erdiği ve kendilerine vaat edilen ebedi azap kapısının açıldığı andır. Bu yüzden şeytan ölümü çirkin bir kötülük olarak görür ve göstermeye çalışır. Bu değerlendirmesi kendisi açısından doğrudur, fakat masumlar ve müminler için geçerli değildir. Cehenneme gidecek biri açısından ölüm gerçekten kötü bir olaydır, cennete gidecek için ise sevindiricidir.

Şeytani merhamet, aynı zamanda kişiyi karşı tarafa fayda değil tam aksine zarar verecek bir merhamet göstermeye yöneltir. Dinden uzak toplumlarda insanlar, karşılarındaki kişinin ahirette zarara uğrayıp uğramayacağını düşünmeden herşeyi yapmalarına göz yumarlar. Örneğin, kötü bir ahlak göstermesine müsaade eder, Allah'ın haram kıldığı bir fiili uygulamasına ses çıkarmaz, hatta bu konuda yardımcı olurlar. Örneğin oruç tutabilecek yaşa gelmiş olan çocuğunun kendince "aç kalmasına dayanamadığı için" oruç tutmasına izin vermeyen bir anne-baba, ya da elinde olduğu halde "uyandırmaya kıyamadığı için" yakınındaki birini sabah namazına kaldırmayan bir kimse gerçekte şeytani bir merhamet anlayışına sahiptir.

Müminlerin bu konuda kendilerine aldıkları ölçü ise, gösterilecek merhametin karşı tarafın ahiretini mutlaka olumlu yönde etkilemesidir. Kimi zaman bir mümine olan sevgileri ve merhametleri, onlar adına birtakım önlemler almayı ya da eleştirilerde bulunmayı gerektirebilir. Karşılarındaki kişinin yaptığı kötü bir tavırda onu eleştirebilir, içinde bulunduğu durumdan caydıracak konuşmalar yapabilir, Kuran'ın bir emri olarak kötülükten men edebilirler. Gerçek merhamet de budur. Çünkü müminler bunları yaparak, karşılarındaki kişinin nefsine ağır gelebilecek bir söz söylemeyi, onun Kuran dışı bir hareketini engellemeyi göze alır, ama o kişinin sonsuz hayatını cehennem gibi geri dönüşü olmayan bir azap içinde geçirmelerini göze almazlar. Bu nedenle de Allah'ın en beğeneceği ve en çok hoşnut olacağı ahlakı yaşaması yönünde teşvik ederek onu cennete hazırlar ve dolayısıyla da olabilecek en üstün merhamet örneğini sergilerler. Unutmamak gerekir ki, asıl merhametsizlik, karşı tarafın ahiretini düşünmeksizin, yaptığı yanlışlara bile bile seyirci kalmaktır.

Şeytani merhamet beraberinde haksızlık ve adaletsizliği de getirir. Akıl sahibi bir mümin her durumda adaletle ve Allah'ın rızasına uygun karar alıp hüküm verirken, duygusal insanlar şeytani merhamet hislerine ve acıma duygularına kapılarak kolayca adaletsiz davranabilir, haksızlık yapabilirler. Nefslerinin, duygularının, istek ve tutkularının gösterdiği yönde hareket ederler. Şahit oldukları bir olay karşısında haklıyı haksızı bilmeden, adil ve akılcı bir değerlendirme yapmadan ve en önemlisi Kuran'ın hükümlerini gözetmeden cahilce bir acıma duygusuna kapılır ve bu bakış açısıyla hareket ederler. Genellikle de hem kendilerini hem de karşılarındaki insanları zarara sokabilecek girişimlerde bulunur, yanlış yönlendirmeler yapar ve yanlış kararlar alırlar. Dolayısıyla da yaşadıkları merhamet, Kuran'ın emrettiği güzel ahlaktan çok uzak bir yapı ortaya çıkarır.

Duygusal kişilerin en önemli özelliklerinden biri de bencil olmalarıdır. Bu tür kimselerin dışarıdan fedakarlık gibi görünen tavır ve davranışları da aslında duygularını tatmin etmek için gösterdikleri davranışlardır. Bu nedenle duygusal bir kimsenin adaletli davranmasını, hakkaniyetli olmasını bekleyemeyiz. Duygusal bir kimse kendisinin, yakınlarının ve sevdiklerinin aleyhinde gibi görünen bir durumda adil olmak yerine taraflı ve haksız hükmedecektir. Hatta bilgisine başvurulan bir konuda gerçekleri yansıtmayan bir şahitlik yapması, yakını olduğu için yapılan hatalı bir eylemi gizlemesi de mümkündür.

Oysa adaletli davranmak müminin en önemli özelliklerinden biridir. Nitekim Allah Kuran'da her koşulda -söz konusu olan kişi kendisi, yakınları ya da düşmanı bildiği bir kimse dahi olsa- adaletle davranmayı emretmektedir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Bir başka ayette Allah insanları "adil şahitler" olmaya davet etmektedir:

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın... (Maide Suresi, 8)

Ancak duygusal bir insanın, ayetlerdeki bu emirleri eksiksizce yerine getirmesi mümkün olmaz. Çünkü böyle bir insan bencilliği çok köklü bir şekilde içinde barındırdığından olayları değerlendiriş şekli, yorumları da hep kendi taraflı olur. Örneğin başta kendisine olmak üzere yakınları, sevdikleri ya da hiçbir geçerli kıstası olmadan sempati duyduğu kimselere karşı ayrıcalık tanıması, yapılan çirkin tavırlara hatta suç olabilecek eylemlere karşı göz yumması söz konusudur.

MİNNETTARLIK DUYGUSU

İnsandaki baskın duygulardan birisi de minnettarlık, diğer adıyla "şükran" duygusudur. İnsan, gerek doğuştan, gerekse hayatının her anında kendisine doğru sürekli bir nimet akışı ile karşı karşıyadır. Kendisine gelen nimetler çoğunlukla sebepler aracılığıyla olduğu için insan şükran duygularını bu sebeplere yönlendirmeye çok eğilimlidir. Oysa bu duygunun da gerçek anlamda yöneltilmesi gereken tek mercinin Allah olduğu, Kuran'da defalarca belirtilmektedir. Kuran'da bu minnettarlık "şükretmek" olarak tanımlanır. Şükretmek, aracılar kim ya da ne olursa olsun, bütün nimetleri gönderenin yalnızca Allah olduğunun ve her konuda yalnızca O'na muhtaç olduğunun bilincinde olmak, O'na karşı teşekkür ve minnettarlığını kalben ve dille ifade etmektir.

Yalnızca Allah'a şükretmek, yalnızca O'na minnettar olmak ayette gerçek bir kulluğun göstergesi olarak belirtilmiştir:

Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, Allah'a şükredin. (Bakara Suresi, 172)

Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)

Ayetlerde Allah'a şükretmek, başka ilahlar edinmeden, yani şirk koşmadan kulluk etmenin bir şartı ve göstergesi olarak belirtilmektedir. Gerçekten de, yalnızca Allah'a şükreden bir kimse bütün nimetlerin Allah'tan geldiğinin, herşeyin O'nun elinde, O'nun kontrolünde olduğunun, yani Allah'tan başka ilah olmadığının bilincinde demektir. Bütün nimetlerin Allah'tan geldiğinin bilincinde olan bir kimse ise yegane güç, kuvvet ve söz sahibinin Allah olduğunu, O'ndan başka ilah olmadığını kalbine yerleştirmiş, katıksız imana sahip bir kimse demektir. Kuran'da tarif edilen ve övülen insan modeli de budur.

Duygusal insanlarda ise durum tam tersidir. Bu kimseler sahip oldukları bütün nimetleri Allah'ın bunları yaratırken vesile (araç) kıldığı maddelere ve şahıslara bağlar ve onlardan medet umarlar. Onlara müteşekkir kalır, onlara şükretmeye çalışırlar. Kısaca Allah'tan başka güç ve etki sahibi sandıkları sayısız sahte ilahlar edinirler. Akıllarını kullanmadıkları için, bütün bu sahte ilahları da, onların yaptıklarını da Allah'ın yarattığını ve Allah'ın dilemesi ve emri olmaksızın hiçbir şey yapamayacaklarını, hiçbir şeye güçlerinin yetmeyeceğini göremezler.

Bu yanlış minnettarlık duygusu, romantik insanlarda ezikliğe neden olur. Kendilerine minnet ettikleri kişiler (örneğin patronları, bir aile büyükleri, zengin bir akrabaları gibi) karşısında kendilerini ezik hisseder, bunu hareket ve sözleriyle açığa vururlar. Bir mümine asla yakışmayan bu tavır, romantizmin insanlara verdiği sayısız sıkıntıdan biridir.

İÇİNE KAPANIKLIK


Duygusal insanların, içlerine kapalı, bunalımlı ve yalnız halleri dinle bağdaşmayan bir ruh halidir. Allah insanları tevekküle ve huzura çağırmaktadır.

Duygusallık kimi insanlarda, içine kapanıklık, insanlarla iletişim kuramama biçiminde kendini gösterir. Bu tür duygusallıkta kişi yalnızca kendi dünyasında, kendi sorunlarıyla ilgilenen, çevresinde olup bitenlere karşı duyarsız ve etkisiz bir yapı sergiler. Kuran'da emredilen güçlü bir kişiliğe sahip olmadığından dış dünyanın olaylarıyla başa çıkacak dirayeti ve gücü gösteremez, karşısına çıkan sorunların üstesinden gelmeyi göze alamaz, sürekli aciz, çaresiz ve başarısız bir yapı gösterir.

Tevekkülü, Allah'a dayanıp güvenmeyi, Allah'a yönelip O'ndan yardım istemeyi düşünmediği için, kendini tüm dünyaya karşı tek başına ve savunmasız hisseder. Bu yüzden kendi içinde yarattığı hayal dünyasının dışına çıkmaktan korkar.

Duygusallığın sebep olduğu bu melankoli hali bu tip kişileri bunalıma kadar sürükler. Kendini insanlardan tecrit etme, stresli olma, moral bozukluğu, sinir krizleri geçirme, yas tutma, efkarlanma, bunalıma girme, intihar düşünceleri gibi, duygusal insanlar tarafından doğal karşılanan tavırların özel anlamları vardır. Örneğin arkadaşının yaptığı bir espriden alınan bir genç kız bütün geceyi ağlayarak geçirmeyi, bütün akşam arkadaşının bu sözü söylemesinin nedeni üzerine düşünmeyi makul görebilir. Bir başkası içinse saçının beyazlaması, değişmeyecek fiziksel bir kusurunun olması bunalıma girmesi için yeterli olabilir. Gözü neden renkli değil, boyu neden biraz daha uzun değil gibi onlarca, yüzlerce konu zihnini meşgul ederek, soruna dönüşür. Tüm bunlar için de canı sıkılır, üzüntü duyar.

Bu tür kişilerde karanlıkta oturarak "düşünme" adı altında vesvese yapma, hüzünlü şiirler yazma, saatlerce duvara bakarak hayal kurma, yağmurda yürüme, derin derin iç çekme, uzaklara dalma, omuza yaslanıp ağlama, gözleri dolarak sesi titreyerek konuşma gibi tavırlar sık sık görülür. Bazıları "efkar dağıtma" adı altında aşırı derecede içki ve sigara içer. Neticede bunların hepsi karanlık bir dünyaya ait iç sıkıntısına, huzursuzluğa ve ruhen-bedenen sağlıksız bir hayat sürmelerine sebep olur. Hepsinden önemlisi de Allah'ın beğenmediği bir ahlakı yaşamış, O'nun hoşnut olmadığı bir hayatı benimsemiş olurlar.

Gençlerin, kimi zaman sevdikleri pop yıldızlarına duydukları aşırı hayranlığı düşünüp, bunalımlı bir ruh haline girmeleri de duygusallığın bir çeşitidir. Kimi zaman bu duygusallık öyle aşırı davranışlara sebep olur ki, konserlerde "ayılıp bayılan", kendinden geçip hastaneye kaldırılan gençlerin görüntüleri zaman zaman televizyon ekranlarına, gazete sayfalarına yansır.

Bu tür kişiler elbette ömürleri boyunca kendilerini odalarına kapatıp yaşamazlar. Diğer insanlarla birlikte sosyal hayatın içinde de yer alır, ama kişilik bozukluklarını toplum içinde de devam ettirirler. Genelde alıngan ve kırılgan bir yapıya sahiptirler. Her sözden kendi aleyhlerinde bir mesaj çıkarır, hiç kastedilmeyen anlamları üzerlerine alınırlar. Sık sık bozulur, küserler. Basit bir olay karşısında, gözleri dolar; gizli gizli ağladıkları olur.

Erkeklerdeki duygusal yapı zamanla daha ileri boyutlardaki sapmalara, ruh sağlığında meydana gelen ciddi bozukluklara, "efemine" tavır ve hareketlere, cinsel sapmalara, homoseksüel eğilimlere kadar ilerleyen boyutlara varabilir. Duygusal kişiler iç dünyalarında yaşattıkları sapkın kişiliklerini ortamın ve çevrenin durumuna göre gizleyebilir ya da pervasızca açığa da vurabilirler. Uygun ortam ve fırsat bulduklarında bastırılmış komplekslerini, azgınlık, sınır tanımazlık, hiçbir ahlak ve değer yargısı tanımama şeklinde açığa vurabilirler. Örneğin, duygusal, hüzünlü, içine kapalı bir kimsenin bir gün birden azgın bir eşcinsel ya da travesti olarak ortaya çıkması günümüz toplumlarının alışılmış görüntülerindendir. Allah Kuran'da bu cinsel sapkınlığın çirkin bir hayasızlık olduğuna, Hz.Lut'un kavmi için bildirdiği aşağıdaki ayetlerle dikkat çekmiştir:

Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." (Araf Suresi, 80-81)

Kuşkusuz tüm bu azgınca tavırlar, insanların Allah'ın yolundan sapmalarının, istek ve tutkularına esir olarak şeytanın peşinden sürüklenmelerinin bir sonucudur. Allah insanları Kuran'da şöyle uyarmıştır:

� Şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. (Bakara Suresi, 168-168-169)

Önceleri duygularının etkisine girerek, içine kapalı, çekingen ve bunalımlı bir hayat süren insanların bazen tüm ahlaki değerlerini bir kenara atarak, sapkın, azgın ve sınır tanımaz bir yaşantı içine girdikleri görülür. Homoseksüellerin yaptığı bir yürüyüşü gösteren yandaki resimde, bu tür ahlaksızlığın bir örneği sergilenmektedir.

Akıl ve mantıktan uzaklaşan insanlar artık tamamen duygularınnı kontrolüne girerek, sapkın bir hayat yaşamaya başlarlar.

Gerçekte buraya kadar saydığımız tüm duygusallık türleri, akılcılığı terk edip duygularına bağımlı yaşayan herkeste belli derecelerde mevcuttur. Ancak şartlara ve kişilere göre farklı biçimlerde dışa vurulur. Örneğin, öfkeli, asabi, dengesiz bir kimse, kendisine her ne kadar sert ve haşin bir görünüm vermeye çalışsa da aslında duygusallığını ve acizliğini asabiyet kılıfı altında gizlemektedir. Böyle bir kimse hiç umulmadık bir anda ağlayıp sızlanmaya başlayabilir, kendini küçük düşürecek durumlara sokabilir. Kısaca bir insan iman etmiyorsa ve iman edenlerin sahip olduğu akla sahip değilse, bir akıl ve karakter zaafiyeti olan duygusallığı içinde taşır, ortam ve şartlara, karşısına çıkan olaylara göre bu duygusallığını çeşitli dengesizlik ve kişilik bozuklukları şeklinde dışarı vurur.

Duygusallık ancak iman eden, Allah'tan korkan ve akleden müminleri etkisi altına alamaz. Şeytanın ihlaslı müminlere karşı hiçbir etkisi olmadığı için, duygusallık silahını müminlere karşı kullanamaz. Allah Hicr Suresi'nin 42. ayetinde şeytan için, "Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin Benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiçbir gücün yoktur." buyurmuştur. Bu nedenle müminler, imanlarından, Kuran'a bağlılıklarından ve akıllarından kaynaklanan sağlam, güçlü, dengeli ve dirayetli bir kişiliğe sahiptirler.

Duygusallığın toplumlarda en yaygın görülen, hatta en ciddi türlerinden birisi de romantik sevgi anlayışıdır. Romantik sevgi anlayışının insanlar arasında farklı türleri yaşanır. Aile içi ilişkilerden, arkadaşlık ve dostluk ilişkilerine kadar uzanan bu romantik sevgi anlayışının elbette ki en yoğun yaşanan biçimi kadın-erkek ilişkileridir.

Romantik sevgi anlayışı duygusallığın belki de en yaygın ve sapkın türü olduğundan, bu konuyu ayrı bir bölüm olarak ele alacağız.

Hiç yorum yok: